KANDİL İSMİ OSMANLILARDAN GELEN BİR GELENEKTİR
Türkiyede bu gecelere kandil denilmesinin sebebi Osmanlılar döneminde, II. Selim (1566-1574) zamanından başlayarak minarelerde kandiller yakılarak duyurulması ve kutlanmasıdır.
Burada dikkat edilmesi gereken şu ki kardeşlerim:Bu geceler sonradan çıkarılmış, sonradan icad edilmiş olmayıp kandil ismi ile anılması Osmanlıdan kalmıştır.
KANDİL İSMİ NEREDEN GELİYOR
Ayeti kerimede şöyle buyruluyor: Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allahın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik. (Ahzab 45, 46)
Peygamber Efendimizin gönderilişi aydınlatan bir kandil olarak tasvir ediliyor. O halde onun dünyaya gelmesi aydınlatıcı kandilin teşrif etmesidir.
Osmanlı da bu ayetten esinlenerek mubarek gecelerde minarelere kandil asardı ve bu geceler böylece kandil gecesi olarak anılmaya başlandı.
Ayrıca Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı için Mirac kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.
--------------------
KANDİL GECELERİ BİDâATâ TİR
Türkiyeâde her sene âdinin kesin bir emri, fıkhi bir vecibeymişâ gibi kutlanılan özel gecelerin aslında hem İslamâın iki ana kaynağı (Kurâan ve sünnet) tarafından âkutsalâ ilan edilmedikleri bir hakikattir.
Kandil geceleri diye bilinen geceler ; Mevlid , Regaib, Mirac, Beraat ve Kadir Gecesidir.
Bu gecelere Kandil denmesinin sebebi Osmanlı padişahı 2. Selim (1566-1574) zamanında başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için "Kandil" olarak anılmaya başlamıştır.[ Nebi Bozkurt, âKandilâ; Halit Ünal , Berat Gecesi maddesi. Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2001, c. 24, s. 300]
Hicretten 300 yıl sonra ilk kez Mısır'da, Fatimiler döneminde Mevlid; 400 yıl sonra da Kudüs'te Mirac, Regaib ve Berat geceleri kutlanmaya, bu geceler camilerde toplu biçimde yapılan ibadetlerle geçirilmeye başlandı. Daha sonra bu kutlamalar İslam dünyasının bazı bölgelerine yayılarak gelenekleşti
Kadir gecesi haricinde ne Kurâan-ı Kerimâde ne hadis-i şeriflerde sahih bir bilgi vardır.
Din adına yapılan her şeyi, kendi tabii sınırları içinde ele almak, ne artırarak ne eksilterek, Kurâan ve onun tebliğcisi Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından nasıl tebliğ edilip öğretilmişse, o kadarıyla almak gereklidir. Sahabe bu dini nasıl anlamış , neler yapmış bizler nasıl anlıyor neler yapıyoruz mukayese etmeliyiz . Aksi halde kendi ellerimizle dine müdahalede bulunmuş, işimize geldiği veya hoşumuza gittiği gibi dinde bazı ilave veya eksiltmelerde bulunmuş oluruz. Bizden önceki din mensupları da (ya kasıtlı veya iyi niyetle, ama) tam da bu şekilde dinlerini değiştirmişlerdi.
Bazı alimlerin ! muhtemelen iyi niyetle zamanlarına ait bir maslahat gözeterek, ancak yeterince tahkik etmeden adına âkandil geceleriâ denen gün ve gecelerle ilgili söyledikleri muhakkik âlimler tarafından eleştirilmiştir. Mesela İmam Gazaliânin âİhyau Ulûmuâd-Dînâ adlı eserine aldığı rivayet ve nakiller bu türdendir. Gazaliânin âBu gece her rekatta Fatihaâdan sonra 11 İhlas okunmak suretiyle kılınacak yüz rekat veya her rekatinde Fatihaâdan sonra 100 İhlas okunan 10 rekat namazın çok sevap olduğuna dair naklettiği rivayetâ ( İhya, I, 555 vd.) Zeynuddin el Iraki ve İmam Nevevi gibi âlimler tarafından uydurma olarak nitelendirilmiştir.
Mevzu hadisler konusunda çalışması olan Aliyyuâl-Kari de, bu rivayetin uydurma olduğunu belirttikten sonra, Berat Gecesi namazının miladi 1010 (H. 400) yılından sonra Kudüsâte ortaya çıktığını söylemektedir.
Araştırmalar, kandil gecelerinin sonraki dönemlerde ihdas edildiğini ortaya koyuyor. Miladi 9. (Hicri 3). yüzyılda yaşayan Fakihi, Mekkeâde halkın Berat Gecesiâni Mescid-i Haramâda namaz kılmak, Kaâbeâyi tavaf etmek ve Kurâan okumak suretiyle ihya ettiğini söyler. XI. yüzyıldan itibaren Şamâda Emeviler Camiiânde Berat Gecesiânde kandiller yakılmış, bidâat nitelendirilmesine rağmen bu âdet devam ettirilmiştir. İbn Kesir, âHalka Berat Gecesiânde ilk tatlı dağıtan kişi Selçuklu veziri Fahrulmülkâtür.â der.
Dinde sonradan ortaya çıkan ve hakkında herhangi bir delil bulunmayan bu gibi durumlar hakkında Allah Resulu (sav) şöyle buyurmuştur: âİşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenler / ortaya çıkarılanlardır.â [ Müslim, Cuma, 43.]
âSonradan ihdas edilen her şey bidâattirâ [ Nesâi, Îdeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7]
âHer bidat dalalettir, her dalalet de ateştedir.â [ Müslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet, 6]
Bidat hakkındaki bu hadislerden sonra Bidatın tarifi ve kapsamı hakkındaki açıklamaları kavramamız gerekmektedir.
Bidat ; Hz. Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hattâ bir benzeri olmayan ve İslâm'dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan , din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olarak ibâdet kabûl edilen görüş ve ameller , sünnete aykırı davranışların adet haline getirilmesidir.
İmam-ı Ahmed'in ve başka alimlerin mekruh gördükleri bu âadet haline getirilmişâ toplantıları, sahabilerden İbn-i Mesud'un da aynı şekilde değerlendirdiğini şu olaydan öğreniyoruz. Bildirildiğine göre bir ara, İbn-i Mesud'un dostları kararlaştırdıkları bir yerde toplanıp zikretmeyi adet edinmişlerdi. Bunu öğrenen İbn-i Mesud bir defasında toplantı halinde üzerlerine vararak kendilerini: âEy dostlarım, siz Muhammed'inkinden daha doğru bir yolda mısınız, yoksa sapık bir yola mı düştünüz ?â diye paylamıştır. (Darımi Sünen, görüşe bağlanmanın keraheti, c. 1, s. 681. Haberin sözleri şöyle: âCanımı elinde tutana yemin olsun ki, kuşkusuz siz Muhammed'in milletini ilettiği doğru yolda mısınız, yoksa kapı mı aralıyorsunuz?.)
Periyodik vakitlere bağlı olarak tekrarlanıp, sünnet ve dönüşüm (mevsim) niteliği kazanmış meşru ibadetlerin, kullar için yeterli olacak kadarını bizzat Allah belirleyip ortaya koymuştur (meşru kılmıştır). Buna göre bunların dışında bir takım cemaatli toplantılar ortaya konup adet haline getirilince bu durum Allah'ın belirleyip ortaya koyduğu cemaatli ibadetlere özenmek olur. Bu tutumun yıkım ve bozulmalara yol açacağını bilmemek safdillik olur.
Yalnız kişilerin tek başlarına yapacakları aynı nitelikteki nafile ibadetleri ile, bazı gurupların bu amaçlarla arasıra düzenleyecekleri toplantılar bu hükmün dışındadır.
Yine aynı endişeden hareket eden Hz. Ömer, altında âRıdvanâ biatinin gerçekleştiği sanılan ve bu yüzden müslümanlar arasında adeta tabulaştırılarak sanki Mescid-i Haram (Kabe) ve Mescid-i Nebevi (Peygamberimizin Medine'deki Mescidi) imiş gibi yanıbaşında namaz kılınmaya başlanan bir ağacı kökten çıkarttırmış ve yine vaktiyle Peygamberimizin namaz kıldığı bir yeri müslümanların genel bir itikâf yeri edindiklerini görünce, böyle yapanları âPeygamberimizin hatıralarını barındıran yerleri mescid mi edinmek istiyorsunuz?â diyerek azarlamıştır.
Tıpkı bunun gibi gerek tek başına ve gerekse cuma namazlarına, bayram namazlarına ve beş vakit namazlara benzeyecek şekilde, periyodik olarak tekrarlanmamak şartı ile rastgele bir araya gelmiş cemaatler halinde nafile namazlar kılmak, şeriata uygundur. Tek tek ve topluluk halinde nafile olarak Kur'an okumak, zikretmek ve dua etmek de böyledir. Nafile olarak bazı ziyaret yerlerini gezip görmek de hep bu ana kuralın kapsamına girer. Bütün bu ibadet ve hareketlerde, gerek az sayıda ve gösterişsiz olan ile sık sık ve gösterişli olan arasında ve gerekse adet haline getirilen ile adet haline getirilmeyen arasında fark gözetilir.
Bu arada türü bakımından şeriata uygun olan, fakat sanki bir farzmış gibi devamlı bir adet haline getirilmesi bid'at olan ve müstahab veya mekruh sayılması adaklık hükümleri ile uygulama şartnamesine bağlı olan vasiyet ve vakıf gibi ibadetler aynı kategoriye girer.
İnsanları bidat konusunda en çok yanılgıya düşüren 1. yanılgı din adına yaparken âkuran okuyor , namaz kılıyor , dua ediyorum , kötü bir şey yapmıyorumâ yanılgısıdır. "Yaparsam ne olur , ne kaybederim " savunmasıyla cahil cesur olur tavrıyla hareket edilmesidir. Halbuki bidat zaten kötü niyetle dinden uzaklaşmak , göze çirkin gelen amellerle yapılmaz.
2. yanılgı ise Bidat-ı hasene (güzel bidat) yanılgısıdır. Delil aldıkları ise ;
Hz. Ömer, Ubey b. Ka'b'in, (r.a.) sekiz rekât olan terâvih namazını yirmi rekât olarak kıldığını ve Rasûlullah (s.a.s.) döneminde münferiden kılınan bu namazın cemaat halinde kılındığını gördüğünde: "Bu ne güzel bid ât" demiştir. ( Muhammed Revvâs Kal'acî, Mevsüatu Fıkhı Umar b. e!Hattâb, Kuveyt 1984, s. 125).
Alimlerin çoğunluğuna göre "bid'at-i hasene" kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid'at değildir. Onlara bid'at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur'ân ve Sünnet'te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz. Rasûlullah (s.a.s.), şu hadislerinde bid'atin tarifini yapmışlardır: "Sonradan ortaya çıkan herşey bid'attir; her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler. "(Müslim, Cumua, 43; Ebû Davud, Sünnet 5; Nesâî, lydeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7).
Üstelik Rasulullah şöyle buyurmuştur : âSünnetime ve benden sonra raşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılınâ. ( Tirmizî, İlim, 16; Ebu Dâvud, Sünne, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6) Rasulullahâın teravih namazı kıldığı sahih hadislerle sabittir. Yani sonradan ortaya çıkmamıştır !
"Rasulullah (s.a.s) Ramazanda mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed (s.a.s) mescit'e gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi. Resulullah (s.a.s) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaata şöyle buyurdu:
"Sizin cemaatla teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben size, teravih namazının farz olmasından korktuğum için çıkmadım" (Buharî, Teheccud, 57).
Ebû Hureyre (r.a)'nın naklettiği bir başka hadiste de Rasûlullah (s.a.s)'in Ramazan ayında, ashabtan bir grubu, Ubey b. Kab (r.a)'ın arkasında cemaatle namaz kılarken gördü ve "Doğru yapıyorlar, yaptıkları şey ne güzeldir" diyerek tasvip ettikleri haber verilmiştir ( Ebû Dâvud, İkâmetu's-Salâ,190)
İmam Ebû Hanife'ye Hz. Ömer (r.a)'ın bu hususta yaptığı uygulama sorulunca, şöyle demiştir: Teravih namazı hiç şüphesiz müekked bir sünnettir. Hz. Ömer, bu namazın cemaatle ve yirmi rekat kılınmasını şahsi bir ictihadı ile yapmadığı gibi, bir bid'at olarak da emretmemiştir. O, kendisinin bildiği şer'î bir esasa ve Hz. Muhammed (s.a.v)'in bir vasiyetine dayanarak böyle yapmıştır (et-Tahtavî, Haşiye, 334).
İmam-ı Rabbani, Mektubat isimli eserinde: âBidâatın hasenesi olmaz. Hepsi mezmundur.â Dedikten sonra güzel bir misal verir. âUlemadan bazıları namazda niyet için kalben dileyerek dille söylemeyi bidatı hasene diye anlatmışlardır. Halbuki Resulullah (sav) efendimizden, ashabı kiramdan, tabiini izamdan niyetin dille yapıldığına dair hiçbir şey anlatılmadığı gibi bu manada sahih ve zayıf bir rivayet dahi yoktur. O kadar ki, onlar ayağa kalkar kalkmaz (yani kametten sonra) ilk tekbiri almışlardır. Bu durumda niyeti dille söylemek bidat olur. Bunun içinde bidatı hasene demişlerdir. Ama bu manada bu fakir (İmam Rabbani) der ki:Bu bidat sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Şundan ki; insanların pek çoğu bu durumda niyet işinde yalnız dille olanı ile yetinecekler ve kalplerini hazır edemeyeceklerdir. İşte o zaman namazın farzlarından biri olan kalple niyet, tamamen bırakılacak, namaz dahi fesada girecektirâ(İmam Rabbani- 186.mektup)
Şunu da tekrar vurgulayalım ki, Peygamberimiz â Her bid'at dalalettir. (sapıklıktır)â şeklindeki bu genel-geçer cümlesini, onu genellik niteliğinden soyutlayarak âHer bid'at dalalet (sapıklık) değildirâ şeklinde tersine döndürmek, normal bir yorumlama çabasından çok, Peygamber Efendimize karşı çıkmaktır ki, buna hiç kimsenin ne yetkisi ve nede hakkı olmamalıdır.
Huzeyfe b. el-Yamân'ın rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte: "Allah bid'at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardımını), şehadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm'dan çıkar. " (İbn Mace, Mukaddime, 7/49).
Bu ikaz karşısında müslümanların dikkatli davranacakları ve bid'atın ne olduğunu araştıracakları muhakkaktır. Abdullah b. Abbâs (r.a.)'dan rivâyet edilen bir hadiste şöyle buyrulur: "Allah, bid'at sahibinin amelini, bid'atından vazgeçinceye kadar kabul etmez." (İbn Mâce, Mukaddime, /50).
Amellerinin kabul edilmeyeceğini bilen bir müslüman korkar ve neyin bid'at olup, neyin olmadığını araştırır.
Meselâ, Rasûlullah'a selam ve salât Allah'ın emridir. Ama Rasûlullah'ı anmak için dini törenler yapmak ve mevlit okutmak kimin emridir? Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünnette vardır. Ama ölüler için mevlit okutup, 40., 52. geceleri tertip etmek İslâm'ın hangi hükmüne dayanır?
Türkiyeâde tasavvufçuların ( özellikle Süleymancıların) bu gecelerde okuyup basarak dağıttıkları duaların , namazların , ibadetlerin ise aslı yoktur. Zaten hadis diye verdiklerinin kaynakları da verememişlerdir.
Peygamber (s.a.v)'den rivayet edilen dualardan faziletli olmaları mümkün değildir. Çünkü O'ndan rivayet edilen duaların iki ecri vardır. Birincisi; sünnete uymaktan dolayı onu yerine getirenlerin alacakları ecir, ikincisi; duaları okurken alınacak ecir. Bizlerin daima nebevi sünnetleri ezberlemesi ve onlarla dua etmesi gerekir.
Bir insanın kalkıp ta istediği an yeni yeni ibadetler icat etmesi elbette olacak şey değildir. İnsanlara ibadet koymaya ve ibadetlerinin şeklini çizmeye tek layık olan Allah Teala'dır.
"Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?" ( Şura: 42/21)
Cenab-ı Allah'ın (c.c.) şu buyruğunu okuyalım:
âOnlar; hahamlarını, rahiblerini Allahâtan başka rabler edindiler. Meryem oğlu İsaâyı da (rab edindiler)... Oysa tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Oândan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından yücedir.â (Tevbe:31) Bu ayetle ilgili olarak sahabilerden Adiy b. Hatem Peygamberimize:
âYa Rasûlullah, onlar (yahudi ve hristiyanlar) hahamlarına ve rahiplerine tapmış değildiler kiâ deyince Rasûlullah'dan aynen şu cevabı aldı:
âEvet, onlara tapmamışlardı, ama hahamlarla rahipler haramları helâl saydılar, onlar da onlara itaat ettiler. Yine onlar helâlleri haram saydılar, onlar da kendilerine itaat ettiler.â
Buna göre kim dinde Allah'ın izni ile bağdaşmayan yeni bir helâl, haram, müstehab veya farz ileri sürer de biri ona itaat ederse, bu itaat eden kimse bu ayetteki âkınamaâdan payını alır.
İbni Abbas (ra)âden : Rasulullah /s.a.v.) buyurdu ki : â...Benim ümmetimden birtakım kimseler getirilip sol tarafa ayrılacaktır. Ben âEy Rabbim! Bunlar benim ashabımdırlar, derim. Cenabı Allah cc bana: âBunların senden sonra neler yaptıklarını bilmezsin der. Ben de Allahâın salih kulu İsa asâın dediği gibi âAralarında bulunduğum müddetçe onları gözetliyordum. Sen, benim canımı alınca onları gözetleyen sen oldun. Her şeyin gözetleyicisi sensin. Onlar senin kullarındır. İstersen âzab edersin, istersen bağışlarsın. Zira izzet ve hikmet sahibi sensin (Maide:117) derim. Cenabı Hak âSen onlardan ayrıldığın gün, onlar gerisin geri döndülerâ buyurur. Bir rivayette peygamber savâin âBenden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar,derimâ ziyadesi vardır.(Buhari-Müslim) (Hayatüs Sahabe-4)
MEVLİD KANDİLİ
Hz. Muhammed (s.a.v.)in doğduğu Rabi'u'l-Evvel ayının 12 gecesi kutlanılan kandildir.
Bu gecenin ne fazileti ve ne de kutlanması hakkında hiçbir rivayet sabit olmamıştır. Dolayısıyla Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem doğum gecesini ne kendisi ne ashabı ve ne de selefi salihin kutlamış değildir.
Bunun üzerine İlim ehli bu geceyi o maksatla ihya etmeyi ve de mevlit okumayı dinde ihdas edilmiş bir bid'at saymışlardır. Nitekim okunan mevlidin de bu babtan sayıldığı (bidat) ilim ehlince malumdur.
Şia dünyasında mevlid merasimi ilk defa, Mısır'da hüküm süren Fatımîler (910-1171) tarafından tertiplenmiştir. Bu merasimler saraya ait olup, sadece devlet erkanı arasında cereyan etmekte idi. Fatimîler, Hz. Ali (r.a.) ve Fatıma (r.anha.)'ın doğum günlerinde de mevlid merasimleri tertip ederlerdi.
Sünnî müslümanlarda ilk mevlid merasimi, Hicri 604 yılında, Selahaddin Eyyubî'nin eniştesi ve Erbil atabeği Melik Muzafferuddun Gökbörü tarafından tertiplenmiştir.
Osmanlılar tarafından mevlid, ilk defa III. Murat zamanında, 1588'de resmi hale getirildi. Merasimler, belirlenmiş teşrifât kaidelerine uygun olarak sarayda tertiplenir, ayrıca, önceleri Ayasofya Camii'nde, sonraları ise Sultan Ahmed Camii'nde yapılan merasimlere, devlet erkanıyla birlikte halk da katılırdı. Rasulullah (s.a.s.)'ın doğumunu ve hayatını medh ve senâ eden, "Mevlid" adını taşıyan çok eser kaleme alınmıştır. Bu eserler daha sonra, mevlid merasimlerinde, mevlidhanlar tarafından teğannî ile okunmaya başlanmıştır. Bunların Türkçede en meşhur olanı Süleyman Çelebi'nin Vesiletun-Necât adındaki mevlididir. Ancak, Süleyman Çelebi hakkında kaynaklarda pek fazla bir bilgi yoktur. Onun, Yıldırım Beyazıt zamanında Divan-ı Hümayûn Hocası olduğu, sonra da Bursa Ulu Camii'ne imam tayin edildiği bilinmektedir.
Mevlid şiirini yazan Süleyman Çelebi, insanlar bu şiiri Peygamberin doğum gününde okusunlar diye yazmamıştır.
Hırıstiyanların İsa (a.s.) doğumunu anma amacıyla yılbaşını kutlamalarına kızanların , Hz. Muhammed (s.a.v) doğumunu kutlamaları çelişkidir ! Üstelik bu kutlamaları esnasında törenler düzenlemeleri , aşırı övme şiirler vs okumalarının şu hadisle de ayrıca tehditi vardır : "Hıristiyanların (peygamberleri) İsâ'yı övmede aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırı gitmeyin" (Ahmed b Hanbel, I, 23, 24, 47, 55, V, 32; Dârimî, Rikâk 68; Buhârî, Enbiyâ 48)
Mevlid, halk arasında büyük bir ibadet olarak kabul edilmekte, ölülerin ruhu için mevlidler okutularak, onların günahlarının bağışlanacağı zannedilmektedir. Halkın cehaletinden ve yanlış itikadlarından istifade eden mevlid okuyucu hanendeler, bir piyasa oluşturarak, bunu ticarî bir çıkar aracı yapmışlardır. Bu tip bir kabul ve davranışın İslamî olmadığı hususu ile ilgili herhangi bir ihtilaf sözkonusu değildir. Böyle bir olaya sebeb olan herkes dinen sorumludur. Merasimlerde mevlid okunmasının vazgeçilmez bir âdet haline getirilişinin sakıncalarından biri de, netice olarak insan kelâmı bir şiir olan bu metinlerin, okunması ve dinlenilmesi ibadet olan Kur'an ile eşdeğerde görülmeğe ve değerlendirilmeğe başlanılması tehlikesidir.
BERAT KANDİLİ
Berat kelimesi, Arapça "berâet" kelimesinden türeme olup borçtan, suçtan, cezadan, hastalıktan kurtulmak; iyileşmek; uzaklaşmak; temizlenmek anlamlarına gelen Türkçe bir kelimedir. Kelimenin kök anlamı, "kurtulmak, iyileşmek"tir.
Bu gecenin mübarek olma vasfıyla ilgili rivayet edilen hadisler vardır. Bunların bir kısmı âzayıfâ olup kitabına alanlar tarafından güvenilir kabul edilmemişlerdir.
Berat gecesi diye isimlendirilen gece Şaban ayının 15. gecesidir. Şaban ayı Rasulullahâın Ramazan orucu haricinden en çok oruç tuttuğu aydır . Usâme b. Zeyd (r.a) şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
â Rasulullah (s.a.v), Şaâbân ayında tuttuğu orucu hiçbir ayda tutmamıştır. Kendisine: âEy Allahâın Rasulu ! Senin, Şaâbân ayında tuttuğun orucu başka bir ayda tuttuğunu görmedim" dedim. O da şöyle buyurdu: âŞaban, Receb ile Ramazan arasında insanların gafil bulunduğu ve amellerin, âlemlerin Rabbi olan Allahâa yükseldiği aydır. Ben de amelimin (Allah Teala'ya) oruçlu olduğum halde yükselmesini seviyorum.â [ İbn Mace, Sİyâm, 70.]
O halde bu ayda oruç tutmanın Peygamber (sav)âin güzel bir sünneti olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Peygamberimiz (sav), Ashab-ı Kiram, Emevîler ve Abbâsîler dönemlerinde herhangi bir kutlama örneğine rastlanmayan Rebiulevvel ayının 12. gecesi olan Mevlid kandili, ilk defa hicretten yaklaşık üç yüz elli yıl kadar sonra Mısırâda, Şii Fâtimî Devleti döneminde kutlanmaya başlamıştır.[ Ahmet Özel, âMevlidâ, DİA, c. 29, s. 475]
Eyyûbîler döneminde birçok tören ve bayram kaldırılmış olduğundan Mevlid kutlamaları Erbil Atabegi Begteginli Muzafferuddin Kökböri (ö. 629/1232) tarafından büyük törenlerle yeniden kutlanmaya başlamıştır. [ Ahmet Özel, âMevlidâ, DİA, c. 29, s. 475]
Muzafferuddin Kökböriânin bu kutlamaları yeniden başlatmasının ardında, Musullu sûfi Ömer b. Muhammed el-Mellâânın bulunduğu belirtilmektedir.[ Ahmet Özel, âMevlidâ, DİA, c. 29, s. 476]
Peygamber Efendimizin doğum günü olan bu günün / gecenin faziletine dair de herhangi bir delil mevcut değildir.
Ebû Şâme el-Makdisî, Şehâbeddin el-Kastallânî, Ibn Hacer el-Askalânî, Celâleddin es-Suyûti gibi bazı alimler Peygamberimizin dünyaya gelmesi sebebi ile sevinmenin, bu gün münasebetiyle muhtaçlara yardım etmenin, Peygamberimize şiirler (mevlid gibi) okumanın güzel birer amel olduğu söyleyerek, bu gibi Mevlid kutlamalarının âbidâat-ı haseneâ sayılması gerektiğini söylemişlerdir.
Mâlikî fakihi İbnuâl-Hâc el-Abderî, Ömer b. Ali el-Lahmî el-Fâkihânî, Ibn Teymiyye, Muhammed Abduh, Abdulaziz Ibn Bâz ve Hammûd b. Abdillah et-Tuveycîrî gibi âlimler ise mevlid kutlamalarına âbidâat-i seyyie (kötü bidat)â gözüyle bakmış ve buna şiddetle karşı çıkmışlardır.[ Ahmet Özel, âMevlidâ, DİA, c. 29, s. 477-478; Ahmet Özel, âMevlid: Tarihi ve Dini Hükmüâ, Dîvân İlmî Araştırmalar Dergisi, Bilim ve Sanat Vakfİ, İstanbul, 2002/1, sayİ: 12, s. 243-246.]
Berat gecesinin faziletine inananların kabul ettikleri hadislerden biri olan "Bu gecede Allah Teala kullarına teceli eder. Bazı isyankar davranışlar hariç Allah Teala bu gecede yapılan duaları kabul eder" Bazı alimler bu hadisin hasen olduğunu bazıları da zayıf olduğunu söylemişlerdir. Fakih ve Kadı Ebubekir b. el-Arabi der ki: âŞaban ayının onbeşinci gecesine dair herhangi bir hadis sabit değildir. Bu gecenin faziletine ve taatlarla ihyasına dair varid olan hadisleri söylesek dahi bunlar ne Peygamber (s.a.v)'den varid olmuş ne sahabeden ne de ilk devir alimlerinden rivayet edilmiştir. İnsanların mescitlerde bu geceyi ihya amacıyla toplanmalarına, bazı özel dualar okuyup namazlar kılmalarına dair hiç bir şey varid değildir.â
Bazı şehirlerde akşam namazından sonra insanlar camilerde toplanıyorlar 'Yasin Suresi'ni okuyorlar, akabinde ömrün uzun olması niyetiyle namazlar kılarken bazıları da insanlardan beri olmak niyetiyle iki rekat namaz kılıyorlar. Sonra geçmiş alimlerden birinden rivayet edilen bir dua okunur.
Ayrıca bazıları bu geceyi, her hikmetli işe hükmedilen kadir gecesiyle karıştırırlar. Bu da hatadır. Her hikmetli işe hükmedilen gece Kur'an'ın indirildiği gecedir.
Bu da kadir gecesidir. Kadir gecesi de Kur'an'ın ayetiyle ramazan ayı içerisinde olduğu kesindir. Bu gecenin "kutsal/mübarek" olduğunu iddia edenler, " O gecede her hikmetli buyruk ayrılır ve katımızdan bir emirle ilgilisine yollanır."... (Duhân 4-5) ayetini delil olarak gösteriyorlar . Buna dayanarak da Allahâın o gecede kulların rızıklarını taksim ettiğini, ecellerini tayin ettiğini, bir sonraki Şaban ayının on beşine kadar olacak tüm olayları takdir ettiğini, dolayısıyla bu gece yapılacak olan dua ve ibadetlerin mutlaka kabul edileceğini iddia etmişlerdir. Böylece peygamberimiz ve ashabının yapmadığı, bu geceye has bir takım ibadetler ortaya çıkmıştır. Hâlbuki Allah-u Teala o sûrede şöyle buyurmaktadır.
âHâ Mîm. Andolsun o apaçık kitaba ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız. O gecede her hikmetli buyruk ayrılır ve katımızdan bir emirle ilgilisine yollanır.â (Duhân, 44/1â5)
Görüldüğü gibi Allah-u Teala, işlerin taksim edildiği gecenin Kurâan-ı Kerimâin indirildiği gece olduğunu bildirmektedir. Kurâanâın da Şaban ayının on beşinde değil; Ramazan ayında ve Kadir gecesinde nazil olduğunu diğer ayetlerden öğrenmekteyiz:
âRamazan ayı ki o ayda insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kurâan indirilmiştir.â (Bakara, 185) âMuhakkak ki biz Kurâanâı Kadir gecesinde indirdik.â (Kadir, 1)
Bunu destekleyen bir hadis de şudur: "İbrahim'in sahifeleri Ramazan'ın ilk, Tevrat altıncı, Zebur on ikinci, İncil on sekizinci gecesi indirildi. Kur'an ise Ramazan'ın yirmi dördüncü gecesinden sonraki gece indirildi." ( Müsned, IV, 10)
Alimlerin büyük bir çoğunluğu Duhân suresinde geçen âmübarek geceânin kadir gecesi olduğunu söylemişlerdir.
Müfessir Ebu Bekir Ibnuâl-Arabî bu konuda şöyle demektedir: âBu ayette geçen mübarek gecenin kadir gecesi değil de başka bir gece olduğunu iddia edenler, Allahâa büyük bir iftirada bulunmuş olurlar.â [Ebu Bekir İbnuâl-Arabî, Ahkâmuâl-Kurâân, 2. Bs., y.y., 1968, c. 4, s. 1678 (Duhân Sûresi, 2. ayetin tefsiri)]
Bir başka önemli husus, Kadir Sûresi'nde Kadir Gecesi'nden bahseden ayetler ile "Muhakkak ki biz Kurâanâı Kadir gecesinde indirdik.â (Kadir, 1)) bu ayet (biz onu mübarek bir gecede indirdik Duhân, 3) arasındaki uygunluk ve anlam birliğidir.
Cenab-ı Hak, bu geceyi kastederek "Her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir. (Duhân, 5)" buyurur ; Kadir Sûresi'nde de "(Melekler) Rablerinin izniyle her bir iş için inerler." (Kadir, 4) buyurulur. Yine bu ayette, "Rabbinden bir rahmet olarak" denirken, Kadir Sûresi'nde "Fecrin çıktığına kadar bir esenliktir (selam)." (Kadir, 5) buyurulmaktadır.
Bu üç önemli husus Kur'an'ın Şaban'ın 15. gecesinde değil, Ramazan'daki Kadir Gecesi'nde indirildiğini açıkça göstermektedir. Şu halde Zemahşeri ve başkalarının (Elmalı Hamdi Yazırâda bu görüştedir) "Kur'an'ın Levh-i Mahfuz'dan yazılmaya başlanması Berat Gecesi'ndedir, yazma işi Kadir Gecesi'nde biter." şeklindeki iddialarının ikna edici bir temeli yoktur.
Bundan hareketle Kadı EbuBekr ibn. Arabi, "Kim Kur'an'ın (Kadir Gecesi'nden) başka bir zamanda indiğini iddia edecek olursa, Allah'a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur. Şaban'ın ortası (gece) ile ilgili ne faziletine dair ne de o gecede ecellerin yazıldığına dair dayanak teşkil edecek bir hadis vardır. Bu tür rivayetlere iltifat ve itibar edilmez." demiştir.
Fahruddin Razi âde bu ayette geçen "mübarek gece"nin Şaban'ın ortasındaki gece olduğunu sanmadığını söylemektedir".
Kur'an ve Kur'an'ın inişiyle ilgili iddia ve deliller böyle iken, Halk arasında büyük rağbet gören Berat Gecesi'nin önemi nereden gelmektedir ? Her halde aşağıdaki hadisler olsa gerek :
âŞaban ayının yarısı olunca gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçirin. Allah, güneş batınca (rahmetiyle) dünya göğüne (semasına) tecelli eder ve şöyle der: âBenden af dileyen yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim. Şifa isteyen yok mu, şifa vereyim.â Bu, böylece âvar mı, var mı..â diye şafak sökünceye kadar sürer.â (İbn Mâce, İkâmetuâs-salât, 191; Beyhaki, Şuuâbuâl-iman, III, 359)
âAllah, Şaban ayının on beşinci gecesi, dünya göğüne tecelli eder ve Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısından daha çok kulunu affeder.â (Tirmizî, Savm, 739, c. 3, s. 116, 117; - Tirmizi hadisi kaydettiği yerde zayıf olduğuna işaret , etmektedir ; El-Şevkânî ,El-Fevaid El-Mecû'a adlı eserinde işaret etmektedir. Hadisin zayıf ve senedinin kesik olduğunu söylüyor, El-Fevaid, El-Mecmû'a, s. 51; Suyutî, El-Cami'üs-Sağir, c. 1, s. 297, H. No: 1942, Suyuti hadisi âhasenâ olarak tanımlamaktadır.)
Ayrıca ilk nesilden (selefden) olan bazı şahsiyetlerin özel olarak bu gece nafile namaz kıldıkları da bildirilmiştir. Şaban ayında oruç tutmakla ilgili olarak da bazı güvenilir (sahih) hadisler vardır. Fakat gerek ilk nesilden (selefden) Medineli bazı alimlerin ve gerekse bazı sonraki nesil (halef) mensuplarının bu ayın on beşinci gecesini anmayı faziletli saymaya karşı çıktıkları ve bu konudaki hadisleri kuşku ile karşıladıkları da bize kadar gelen bilgiler arasındadır. Şüphe ile karşılanan bu hadislerden biri şöyledir:
âAllah bu gece (Şaban ayının on beşinci gecesi) Benî Kalb kabilesinin sürüsündeki koyunların kıllarının sayısından daha fazla kimseyi affeder.â Sözünü ettiğimiz ilk nesil alimleri: âBu hadis de bu konudaki diğerlerinden farksızdırâ diyerek duyduğu kuşkuyu dile getirmişlertir.
İmam Taberi'nin yer verdiği bilgiye göre, ilk müfessir sahabelerden İkrime, bu gecenin Şaban ayının 15. gecesine tesadüf eden Berat Gecesi olduğunu söylemiştir. Buna kail olan bazı müfessirler de Kur'an-ı Kerim'in, Levh-i Mahfuz'dan dünya semasına bu gece topluca indirildiğini (inzal), Kadir Gecesi'nde ise parça inmeye başladığını (tenzil) öne sürmüşlerdir. İkrime'den böyle bir görüş nakledilmişse de Kur'an'ın Ramazan ayında inmeye başladığı ayetle sabittir .
Birçok alim, bu hadislerin isnadlarında problem bulunduğunu, dolayısıyla hadislerin zayıf olduğunu ve bunlarla amel edilmeyeceğini belirtmişlerdir. Müfessirlerden Ebu Bekir İbnuâl-Arabî, Beraat gecesinin fazileti hakkında bir tek sağlam hadisin bile gelmediğini, dolayısı ile bu konu ile ilgili olarak hadis diye dolaşan sözlere itibar edilmemesi gerektiğini söylemektedir. [Ebu Bekir İbnuâl-Arabî, Ahkâmuâl-Kurâân, 2. Bs., y.y., 1968, c. 4, s. 1678 (Duhân Sûresi, 2. ayetin tefsiri)]
Kurtubi, İbn Maceânin hadisindeki sened zincirinde yer alan Ebu Bekr b. Abdullah b. Ebi Sabreânin âhadis uydurmaklaâ itham edildiğini söyler. Tirmizi de, kitabına aldığı bu hadisin âzayıfâ olduğunu söylemiştir.
Bir hadiste şöyle ifadelerin geçtiği söylenir. "Şaban ayının onbeşinci gecesi bir şabandan bir şabana kadar geçen zaman taranır." Bu zayıf bir hadistir: İbn Kesir de aynı şeyi söylemiştir. Hem bu söz nasslara muhaliftir.
Müslimâin âSahihâinde yer verdiği bir hadis vardır. Hadis şöyledir: Hz. Aişe, Hz. Peygamber (sas)âin bu gece (Şabanâın ortasında ) Baki Mezarlığıânı ziyaret ettiğini söyler: â-Ey Aişe, sen gördüğünde bana Cebrail geldi ve seslendi. Ben onu senden gizledim. Ona cevap verdim. O, sen elbiseni çıkardığın için yanına girmiyordu. Uyuduğunu sandım, seni uyandırmayı doğru bulmadım, heyecana kapılmandan korktum. Cibril bana dedi ki;
âRabbin senin Baki Mezarlığıâna gitmeni ve onlar (orada yatanlar) için bağışlanma istemeni emrediyor.â Ben;
âOnlar için nasıl dua edeyim?â deyince, buyurdu ki; âŞöyle (dua et):
Müâmin ve müslimler diyarının insanları! Size selam olsun. Allah bizden önce gidenlere ve bizden sonrakilere merhamet etsin. İnşallah yakında biz de sizlere kavuşacağız.â
(Müslim, Cenaiz, 103) Nesaiâde Hz. Aişeânin Peygamberimizâi gölge gibi izlediği, ondan önce gelip yatağa girdiği, hızlı nefes alışverişinden dolayı kendini ele verdiği, bundan sonra Şaban ayının bu gecesiyle ilgili olayın aynı cümlelerle nakledildiği belirtilir. (Nesai, Emri biâl-İstiğfar liâl-Müâminin, 103), Beyhakî; Suyuti, Dürrüâl-Mensur, 7/403-404. Beyhakî, bu hadisin zayıf olduğunu söylemiştir. )
Yine Hz. Aişeâden gelen bir rivayette şöyle denmektedir: âAllahâın Elçisiânin Şaban ayındaki kadar oruçlu olduğu bir ay görmedim.â(Müslim, Sıyam 175)
Hz. Peygamber (sas), bir kişiye âSen bu ayın süresince (ortalarında) oruç tuttun mu?â diye sordu. O kişi, âHayır, tutmadım.â deyince, Hz. Peygamber, şöyle buyurdu: âÖyleyse, Ramazanâdan çıkıp iftar ettiğinde (bayramdan sonra), o tutmadığın oruç yerine, iki gün oruç tut.â (Müslim, Sıyâm, 200, Buhari, Savm, 4/200; Ebu Davud, Savm, Hadis no: 2328.)
( Müslimâin rivayetinde geçen bu âsurreâ kelimesi, eyyâm-ı bıyz (ak günler) ile tefsir edilmiştir. Hattâbî es-Sırru kelimesi hakkında üç çeşit lügat vardır der: Sırruhû, Seraruhû ve Sirâruhû. Sırrıhû kelimesinin âvasatuhûâ yani ortası manasını içermesi caizdir. İbn Receb, Leâifüâl-Meârif, s.271)
Ahmed ibn Hanbelâin Abdullah b. Amrâın hadisinden tahriç ettiğine göre , Şabanâın yarısındaki gecede âAllah bütün Müslümanları bağışlar. Yalnız kâhin, büyücü, çok kin tutan, içkiye düşkün olan, anne ve babasıyla ilişkisini kesen ve zina düşkünü kimseler hariçâ(Müsned, II, 176 Heysemî, Mecmeuâz-Zevâidâde (8/65) bu hadisi zikretmiştir ve demiştir ki: âBu hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir. Hadisin senedindeki İbn Lühey'a'nın dışındaki bütün ravileri güvenilirdir. Senetteki diğer rical ise sikadırlar.â Münzirî de bu hadis-i şerifi et-Terğîbuât-Terhîbâinde kullanmıştır, nakletmiştir. (2/119, 3/460).)
Ahmed ibn Hanbelâin yer verdiği bir rivayete göre, Şabanâın ortalarındaki gecesi âAllah bütün Müslümanları bağışlar. Yalnız kâhin, büyücü, çok kin tutan, içkiye düşkün olan, anne ve babasıyla ilişkisini kesen ve zina düşkünü kimseler hariçâ(Müsned, II, 176)
Bu rivayetlerden Şaban ayına özel bir önemin verildiği anlaşılmaktadır. Fakat berâat gecesi konusundaki delil alınan hadislerin gördüğümüz gibi sıhhat ve sahihliğinde problem olduğu katidir. Müslüman her gün ve gece yaptığı ve yapması gereken Kabir ziyaretine gitmek , dua , kuran okuma , tevbe etme gibi ibadetlerini bu gecede de yapabilir .
Ancak yine de Şabanâın 15. gecesinde Allahâın varlık âlemi veya dünya ile ilgili bir yıllık işleri meleklere havale edip sanki bir kenara çekildiği hakkındaki rivayetler güvenilir değildir. Bu gecenin kutlanması ile ilgili âdet de ne sağlam bir hadise ne bir sahabi sözüne dayanır. Yine bu geceye özgü ibadetler ihdas etmek, özel seremoniler ve kutlamalar çıkarmak ve bunları her sene dinin bir emri veya Peygamber sünnetinin ihyasıymış gibi tekrar etmek doğru değildir, dinde bidâat icat etmek anlamına gelir.
Berâat Kandilinde Kılınan Namaz
Şaban ayının onbeşinci gecesine (berat kandiline) gelince, bu gecede yapılanların hiçbiri kesinlikle ne Peygamber'den rivayet olmuş ne sahih ne de sünnette yeri bulunan şeylerdir.
İmam Tartuşi şöyle anlatır: "Bana Ebu Muhammed el-Makdisi haber vererek dedi ki: âBu, bizde ilk olarak hicri 448 senesinin evvelinde ihdas edilmiştir. Nablus şehrinde İbnu Ebi'l-Hamra adıyla tanınan birisi Beyt'l-Makdise geldi. Güzel tilaveti vardı, kalktı ve Mescidi Aksada Şaban ayının ortasında (15'inde) bulunan gecede namaz kıldı, arkadan ona birisi uydu ondan sonra bir başkası daha sonra bir diğeri eklendi, neticede namazı bitirinceye kadar kalabalık bir cemaat oldu. Gelecek sene yine geldi ve arkasında birçok insan bu namazı kıldı. Mescidde bu yayıldı. Böylelikle Mescidi Aksa'a ve insanlarının evlerinde bu namaz intişar etti. Daha sonra bir sünnetmiş gibi günümüze kadar bu namaz devam edegeldiâ. (Tartuşi, EI-Havadisu ve'l-Bida'u s. 132)
Bazıları ömrün uzaması niyetiyle iki rek'at namaz kılar. İnsanlara muhtaç olmama niyetiyle tekrar iki rek'at namaz daha. Yasin Suresi ardından bir iki rek'at namaz daha. Bunun gibi şeyler çıkardılar .
Allame Ali ibn İbrahim bu namaz hakkında şöyle der:
"Şaban ayının ortasında geceleyin kılmak üzere ihdas edilen (uydurulan) onar defa ihlas suresi okumak suretiyle cemaatle kılınan Cuma ve Bayramlardan daha fazla önem verilen yüz rek'atlık elfiye namazına gelince, hakkında ancak ya zayıf ya da uydurma haber ve eser gelmiştir. Kut'ul-Kulub ve Ihyaul Ulumu'd-Din sahihlerini zikretmesine veya Salebi tefsirin kadir gecesi olduğunu söylemesine aldanma.â (Muhanmed Tahir Bin Ali el-Hindi, Tezk i rai u'l-Mevduat s.45)
Hafız Irakı Şöyle der: 'Beraat namazı hakkındaki hadis batıldır.â (Şukayri, Es-Sunenu ve'l-Mubtede'at s. 144)
İbnu'l-Cevzi'de: 'Şüphesiz bu hadis uydurma" demektedir. ' (İbnu'l-Cevzi, el-Mevdu'at c.2 s. 127)
Şeyhu'l-İslam ibnu Teymiyye de buna benzer söz söylemiştir .( İktidau's-Sıratu'l-Mustakim c. 2 s. 632,639)
Nitekim aynı şekilde bu gecenin ihyası için camilerde mevlit okunmaktadır. Bunun sebebi ise şeytanın bu cahillere amellerini süslü ve meşru göstermesidir. Bazı kimseler insanların manevi gıdalarını tıkadığımız İddiasıyla bu makaleyi hoş görmeyebilirler. Ancak bu gibi kardeşlerimize Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'in Hz. Aişe (radıyallahu anha)'dan gelen sahih bir hadisi şerif'i hatırlatmak isteriz. "Kim bizim üzerinde bulunmadığımız bir ameli işlerse, o amel merduttur.' ( Buharı, Müslim.)
Mİ'RAC KANDİLİ:
Mirac olayının gerçekleştiği Receb ayının 27. gecesidir . Tasavvuf kültürünün ağırlıkta olduğu Osmanlı gibi ülkelerde kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle ihyası gelenekleşmiştir. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı için Mirac kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.
Sünnet ve Bid'atler kitabının yazarı Şukayri (rh) receb ayındaki bid'atler bölümünde şunları söyler: "Mi'rac kıssasını okuyup recep ayının yirmi yedinci gecesini kutlamak ve bazı insanların bu geceye has bazı zikir ve ibadette bulunmaları bid'attır. Receb, Şa'ban ve Ramazan aylarında okunan -gayrı sabît- dualar bid'at ve uydurmadır, şayet bunlarda bir hayır olmuş olsaydı bizden öncekiler bunda bizleri geçerlerdi. İsra, Mi'rac ve mezkur ayın ihyasına dair hiç bir delil kaim olmamıştır." (Şukayri, Es-Sunenu ve 'l-Mubtede 'at s, 143)
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye'de Recep ayının yirmi yedinci gecesi ile ilgili olan namaz hakkında şöyle der:
"Muteber alimlerin belirttiği gibi; İslam alimlerin ittifakıyla bu, (namaz) meşru değildir. Bu ancak cahil ve bid'atçı kimseden sudur eder."( Şukayri , Es-Sunenu ve 'l-Mubtede 'at s, 143 )
Bu gecede de mevlit okumak adet halini almıştır. Böylelikle bir bid'ata diğer bir bid'at eklenmiş katmerlenmiştir .
KADİR GECESİ
Kurâan-ı Kerimâin 97. suresi olan bu surede Allah-u Teala, Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Alimlerin ağırlık görüşü Ramazan ayının 27. gecesini tahmin etmelerine rağmen kesin bir delil yoktur. Kadir gecesi ile ilgili hadislere bakıldığında Peygamberimizin (sav) müâminlere tavsiyesi, Kadir gecesini Ramazanın son on gününün tek gecelerinde aramaları şeklinde olmuştur. Buna göre Kadir gecesi Ramazanın 21, 23, 25, 27 ve 29. gecelerinden herhangi biri olabilir. Yani Kadir gecesi, zamanımızda Müslümanlarca ihya edilmeye çalışıldığı gibi herkesçe bilinen bir gece olmayıp, aksine gizlenmiştir. Rasulullah (sav) Kadir gecesinin Ramazanın kaçıncı gecesi olduğunu kati olarak bildirmemiştir .
Kadir gecesinin ihyası ile ilgili olarak Peygamber (sav)âden bir dua haricinde herhangi ibadet tavsiye edilmemiştir.
Bir gün Aişe validemiz, Peygamberimiz (sav)'e: "Ey Allahâın elçisi! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu anlarsam o gece nasıl dua edeyim?" diye sormuş, Peygamberimiz (sav) de ona: "Şu duayı oku" buyurmuştur:
âllahumme inneke afuvvün tuhıbbu'l-afve fa'fu annî "Allahım! Sen affedicisin, cömertsin. Affetmeyi seversin. Beni de affet."[ Tirmizi, Daavât, 84.]
REGAİB KANDİLİ
Kurâan-ı Kerimâde receb ayı hakkında "...bunlardan dördü hürmetli aylardandır... â( Tevbe: 9/36)
Bu aylar da: Receb, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır. Receb ayının faziletine dair herhangi özel bir hadis rivayet edilmemiştir. Receb ayı haram (içinde savaş açılması yasak) aylardan biridir. Bu ayla ilgili olarak Peygamberimizin:
âYa Rabb'i, Receb ve Şaban aylarını hakkımızda mübarek eyle ve bizi Ramazan'a erdirâ diye buyurduğu rivayet edilmiştir. (Bu hadisi İbn Hacer El-Askalanî, Tebyin El-Aceb Bima vera fi Fazli Receb adlı eserinde anlatmaktadır: s. 11, 12. Orada hadisin Bezzar tarafından Müsned'inde, El-Taberâni ve Beyhaki tarafından faziletli vakitler bölümlerinde ve Ebu Yusuf el-Kadî'nin Kitab El-Sıyamında, kaydettiklerini söylemektedir. İbn Hacer-El-Askalanide bu hadisin senedinin sağlam olmadığını söylemektedir. Heysemi, Keşi el-Üstaz An Zevaid'il Bezzar, Tahkik: Habib El-Rahman El-Atemi, c. 1, s. 457, H. No: 961.)
Bunun dışında Recep ayının fazileti ile ilgili olarak Peygamberimizden bize hiç bir sağlam hadis gelmiş değildir. Başka bir deyimle, bu konuda var olduğu ileri sürülen hadislerin tümü asılsız ve yalandır.
"Receb Allah'ın ayıdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan da tüm ümmetin ayıdır" şeklinde rivayet edilen hadis ise münker bir hadistir. Aynı zamanda da zayıflığı kesin bir hadistir. Hatta alimlerden bir çokları bu hadisin mevzu (uydurma) bir hadis olduğunu söylemişlerdir. Gerek ilmi yönden gerekse dini yönden rivayet edilen bu hadisin herhangi bir kıymeti yoktur.
Aynı zamanda receb ayının fazileti hakkında; " Kim bu ayda şu kadar namaz kılarsa onun için şu kadar ecir vardır. Kim de şu kadar istiğfarda bulunursa Allah katında onun için şu kadar ecir vardır" gibisinden rivayet edilen diğer hadislere gelince bunların hepsi olduğundan fazla abartma hadislerdir. Hepsi de yalan ve uydurma hadislerdir. Bu hadislerin mevzu olduğunun alametleri olduğundan fazla mübalağaların yapılmasındadır.
Alimler şöyle der: "Küçük bir işe karşılık büyük sevaplar vadedildi mi, ya da küçük bir günaha karşılık büyük azap verileceği tehdidi yapıldı mı bu durum, böyle hadislerin uydurma olduğunu gösterir."
Alimlerin bu hadisleri açıklamaları ve insanları bunlardan sakındırmaları gerekir. "Yalan gördüğü bir hadisi rivayet eden bir kimse de yalancılardan biri olur."( Müslim.)
Bazan insan rivayet ettiği hadisin mevzu olduğunu bilmez. Aslında bilmek gerekir. Hadislerin kaynaklarını tanımak gerekir. Güvenilir bir çok hadis kitapları var. Özellikle de zayıf ve mevzu hadisleri bildiren kitaplar. Bunlardan bazıları şunlardır. "El-Makasit El-Hasene" Sahavi'ye ait. "Temyiz-i'l-tayyib min-el'habisi limâ yedru alâ elsineti'l-n 'Nâsi min'l-Hadisi" İbn Diyb'in "Keşfu'l Hâfâ ve'l ilbâsi fimâ iştehere min-el'ehâdisi alâ el'sinet-i'n-Nâsi" Acûlini'nin.
Daha bir çok hadis kitapları mevcuttur. Bunları hatiplerimize bildirmek gerekir. Hem de iyiden iyiye tanıtmak lazım gelir ki bir daha kaynaksız tek bir hadis dahi rivayet etmesinler.
Receb Ayında Oruç Tutmak â Regaib Kandili Dolayısıyla Oruç Tutmak
Peygamber (s.a.v)'den ramazanın dışındaki diğer ayları oruçlu geçirdiğine dair herhangi birşey rivayet edilmemiştir. En çok oruç tuttuğu ay şaban ayıdır. Bu ayı da tamamen oruçlu olarak geçirmemiştir. İşte asıl sünnet olan budur. Allah Rasulu (s.a.v) bazı aylarda tutar bazı aylarda ise tutmazdı. "Bazan oruç tutardı biz derdik herhalde daha orucunu açmayacak bazı zamanlar da tutmazdı biz derdik herhalde daha oruç tutmayacak" ( Buharı, Müslim ve Ebu Davut.)
Türkiye gibi halkının çoğunun geneleksel dini yaşandığı ülkelerde bazı kişiler Receb ayının hatta Şaban ayının da tümünü oruçlu olarak geçiriyorlar. Böyle bir şey ne Peygamber (s.a.v)
--------------------
miraç geceniz mübarek olsun.